Kapanış

Değil sadece o ağaçların, kayaların, yanlarına yöresine düşmüş her bir kar tanesinin bile ayrı birer hikâyesi var. Olurken, düşerken, konarken, an be an yeniden yazılan hikâyeler… Aklın almıyor değil mi? Almıyor. Öyle hemen itiraf edemesen, mırın kırın etsen de içten içe biliyorsun, almıyor. Sıkma canını. Almaz.

Gönderdiklerinle birlikte iki tane gitti. Seninle ise tek, iki yudum.

Bir defter daha bitti. Epeyi uzun sürdü bu sefer. Belki de hiç sürmemiştir. Zaman dediğin neydi ki zaten aslen? Kafam durmuyor. Susmuyor. Uyumaya çabalamayı bıraktım bunları yazıyorum. Oysa ne güzel dalmıştım, yerde oturuyordum, gözlerim kapalıydı… O geceyi özlüyorum mesela. Hastanedeydik hani bir de. Susuyorduk. Çok güzel susuyorduk. Uzunca sustuğumuz sohbetlerin tadı hiçbir şeyde yok.

”İnan, sev, sabırlı ol” dedi. “Başka bir şey yok” dedi.

Söylenecek o kadar çok şey var ki, susmaya başladım. Sildim bile bazı söylediklerimi, bir tek bunlar kaldı. Bunlar da ya ağrırken ya da dönerken başım. Ancak o zaman devirebiliyorum tüm bu cümleleri. Evet biliyorum, pek bir numaram yok. Biraz okurum, biraz da dinlerim, ama hepsini anlamam.

Doldum. Gök gibi değil, bir bulutun zerresi olamam belki ama doldum.

Yazısız Ekim, baş ağrılı Kasım. Olur öyle. Bir sene daha devriliyor. Çok şey oldu, hiçbir şey olmadı. Zaman dediğin neydi ki zaten aslen? Zincir hep aynı, hiç uzamadı. Toprağımdan neredeyse hiç çıkmıyorum ama başı yeterince ağrıyınca daha iyi görüyor galiba insan. Bilmiyorum. Hiç bilemedim. Yeni defter kısa. Gökler kadar dolamam, bir bulutun zerresi olamam belki ama bu defterden de taşarım umarım.